s

h

h

h

,

 

w

e

 

a

r

e

 

o

n

 

f

o

c

u

s

 

m

o

d

e

ali corak

product designer

thank you, you wanna know more about me, it’s a secret on this website.

Bilgisayarla çok geç tanıştım. Biraz bulunduğum çevre biraz da dönem itibariyle bilgisayarın ‘dersleri etkileyeceği’ dönemlerde doğdum. Sanırım bunları düşünmem Malcolm Gladwell’in Outliers kitabını okuduktan sonra oldu.


O dönemler eve bilgisayar almamız bir maddi mesele değil tercih meselesiydi. Bir bilgisayar gerektiği kimsenin aklına gelmemişti. Bir aksesuar ya da hobi gibiydi, kimi gitar çalmayı sever kimi bilgisayarla “oynamayı”. (Evet oynamayı)


Bu nedenle küçükken sadece bilgisayarı olan arkadaşlarda toplandığımız ‘ödev yapma seanslarında’ bilgisayar açardık. (O arkadaşlarımın aileleri de zaman sınırı koyardı) İnternet kafe fikri de bulunduğumuz çevrede pek yaygın değildi.


Hoş, yaygın olsa da ‘öyle yerlere’ gitmemize izin verilmezdi, oraya genelde başarısız (abartı olacak ama serseri) çocuklar giderdi -ben liseye kadar okulun gözde öğrencilerindendim- Okulda verilen araştırma ödevleri de internetten değil, ansiklopedilerden araştırılırdı, öğretmenlerimiz buna yönlendirirdi. Hatta ortaokulda bir öğretmenimiz kütüphane kartı çıkarma zorunluluğu bile uygulamıştı. Müfredat içinde çok kısa bir süre bilgisayar dersi olsa da gerek bilgisayarların bozuk olması, gerek bazı arkadaşlarımın yaramazlığı sebebiyle (öğretmenlere göre yaramazlık dediğim de teneffüste CS oynamak) o saatler kitap okuma saati olarak değiştirildi. Aldığımız floppy diskler de çöpe gitti. Yine de bilgisayar derslerinin birinde şu muhabbeti net hatırlıyorum; “Baksana x ne kadar hızlı yazıyor.” “Onların evinde bilgisayar var.”


Okula bile gitmeyen çocukların çok iyi bilgisayar kullandığı şu döneme baktığımda (kullanıcı deneyiminin de yadsınamaz katkısı), orta okulda klavyede adımı yazmanın uzun bir bekleyiş olduğunu düşündüğümde kesinlikle yaşlı hissediyorum, değilim üstelik.